30 Ocak 2012 Pazartesi

bir

birden başlıyorum ama kaça kadar devam edeceğim bilmiyorum. ilk etapta 21 gün mü olmalı, yoksa bir ay mı? bir alışkanlığın yer edinebilmesi için 21 günlük üç periyod gerekirmiş. ilk 21 gün eski alışkanlığından koptuğun için acı çekme evresi, ikinci 21 gün alışma evresi, üçüncü 21 gün ise yeni alışkanlığın otomatikleşme evresi. ne saçmalıyorum ben peki? rejim efendim rejim. sabah tartıldım 60.1 kg. 60 hala psikolojik sınır olmaya devam ediyor ne yazık ki. planım şu: 4 gün ducan' ın atak evresi. bu evre lafına da kıl oluyorum ama jargonu değiştirirsem rejimi bozmuş gibi hissederim kendimi. 4 günden sonra normal protein+sebze diyeti. böyle yazarken ne kolay valla. sanki yaptım bitti, inceciğim şimdi. devam ettiğim sürece her gün yazayım ben bunları. yazmazsam tüm çabam pes ettiğim noktada duman olup uçuyor sanki. o zaman nutella kavanozunda kaşık oluyorum, dibini görmeden bırakmıyorum. 
bırakıyorum eskiyi bir tarafa. bugün başlıyorum meşhur ducan' a. gün gün tüm gelişmeler burada.

29 Ocak 2012 Pazar

hoşçakal

ben küsüm eski bir dostumla. dost deyince de üzülüyorum, arkadaşım dersem eski günlerimize ayıp ediyormuşum gibi geliyor. üniversiteden beri can ciğer arkadaştık biz. ne olduysa son beş senede oldu. önce dostlar arasındaki teklifsizlik terk etti bizi, sonra güven. karşılıklı suçlamalar arası düzeltme çabaları, eskiye özlemler derken bir gün bağlar tamamen kopuverdi. o gün bugündür dişimin arasına yuva yapmış bir et parçası gibi bu küslük hali. hiç unutturmuyor kendini. hem karşı tarafa hak veriyorum, hem ona öfkemi yenemiyorum, insan arkadaşıyla neden bu hale gelir diyorum. ama her şey insan için değil mi diyor bir ses bana. banane diyorum o sese kızgınlıkla. ben sadece arkadaşımla küs hissetmiyorum ki kendimi. üniversite, sonraki on sene derken, geçmişimin kocaman bir kısmına sırt çevirmiş hissediyorum kendimi. böyle olunca o kadar öfkeleniyorum ki ona. şimdi kimbilir nasıl anlatmıştır beni diyorum. annesi babası ablaları, ortak dostlarımız... sevdiğim bütün o insanlar onun yüzünden ne kadar yanlış tanıyorlardır beni. haksızlığa uğramanın verdiği yürek burgusu nasıl da sızlatıyor içimi. sanki sütten çıkmış ak kaşıkmışım gibi. yine de en çok kendime hak veriyorum, elimde değil. hayalimde konuşmalar yapıyorum ortak arkadaşlarımızla, durumu bir de benden dinletiyorum onlara. beni haklı buluyorlar tüm bu konuşmalarımda. hayal de olsa haklı bulunmak suçluluk duygumu hafifletiyor benim. sonra haklı olmak falan önemini yitiriyor. biz diyorum niye böyle olduk. nasıl böyle oluruz? canım, sevgili arkadaşım biz neden böyle olduk? neden böyle olmasına izin verdik? böyle olmasına izin verdiğin için sana çok kızgınım, çok kırgınım. ne kadar üzülüyorum biliyor musun? öyle çok üzülüyorum ki hissizleşiyorum. daha sonra vedalaşıyorum eskiyle. anlıyorum ki biz değişirken başka yollar, başka doğrular seçmişiz kendimize. ve bu yolda tolerans tanımamışız birbirimize. biliyorum bu konu kurcalamaya devam edecek rüyalarımı ve düşüncelerimi ama bazen vedalaşıp her şeyi olduğu gibi kabul etmek gerekiyor demek ki. susuzlukta içilen bir yudum su gibi. ferahlatıcı ama yeterli mi? değil sanki.

22 Ocak 2012 Pazar

Sessiz veda

16' sında vedalaştı Ela anne sütü ile. O kadar ani oldu ki bir baybay diyemedi. Ben olsam kırar dökerdim ortalığı neler oluyor, düzeni kim bozuyor diye. Ela' m büyük bir olgunlukla kabul etti durumu. Bu kadar kolay vazgeçilmek hem rahatlattı, hem rahat battı üzdü beni. Tıpkı bu yazıyı burada kesip atmak gibi. Daha yazacaktım ama çikolata kahve tv kombini cazip geldi. Bu kombini giyeceğim şimdi.

14 Ocak 2012 Cumartesi

hoşçakal lefter

ne güzel bir hayatın oldu, ne çok sevildin, çok da hak ettin. keşke son yaşananlar hiç olmasaydı. sanki böyle, gözün arkada kaldı...

12 Ocak 2012 Perşembe

banner

siteyi inceliyordum da banner' ı gören, çocuklara deli olduğumu sanabilir. hiç öyle değil. yani ben tabi ki çocukları severim, ama yolda gördüğüne agucuk bugucuk yapan tiplerden değilim, hatta şımarık bulduğuma dersini vermek isterim ama bacak kadar çocukla ben mi muhattap olayım annesi var babası var, üzülüp ağlaması var, en fenası da daha beter çıkıp seni rezil etmesi var. ama ben banner' ımdaki gibi çocukluk hallerine bayılıyorum. ne yapıyorlarsa sadece onla meşgul olmalarını, her şeyi  dünyadaki en önemli şey oymuş gibi büyük bir ciddiyetle yapmalarını, üzülüp kızdıran her şeyi, herkesi bir anda unutuvermelerini çok kıskanıyorum. anda kalmak var ya işte onun ustası bu veletler. o yüzden ne geçmiş kaygıları var, ne gelecek tasaları. ne yapıyorlarsa, ne yaşıyorlarsa dibine kadar içindeler. hayatı bu kadar dolu dolu yaşamak ne büyük keyif. peki biz bu keyfi nasıl kaybettik?

11 Ocak 2012 Çarşamba

rahat

korkular, endişeler, istiyorum neden olmuyorlar, herkesinki nasıl oluyorlar, vesaireler vesaireler...hepsini bırakıyorum. dün akşam tüm bu mızmız ebrulardan sıklıdığımı, bıktığımı farkettim ve hepsini kafamdan kapı dışarı ettim. kapımı çalan her kaygı için de bir slogan belirledim. rahat! mesela dün bir sürü iş başvurusu yaptım, acaba beni arayacaklar mı diyor cılız bir ses, sesin güçlenip beni ele geçirmesine fırsat vermeden rahat diye bağırıyorum bir komutan edasıyla. arkasından kestirip atıyorum arayan arasın, aramayan aramasın ne olur! şimdilik sesler korkup ortadan kaybolmuyorlar, sadece kısa bir süre sessiz kalıyorlar ama olsun. onların sessiz kaldığı bu huzur anlarımı arttırmayı planlıyorum.

böylece yepyeni kararlar alıp bir gaz uygulamaya geçen ben aylardır elimde sürünen murathan mungan' ın yazıhane' sini bitirdim. kitapta mungan da dahil onbir farklı yazarın 'niçin yazıyorum?' sorusuna  cevap aradıkları yazılar yer alıyor. ben en çok hanif kureishi' nin "yazıya giriş" isimli yazısından etkilendim, tekrar tekrar okudum bu güzel yazıyı. en beğendiğim kısımlarına burada yer vermek isterdim ama şu anda imkansız, belki bir başka yazıda.  kitabı bitirmem bu kadar uzun sürünce, daha fazla yorum yapmam da mümkün olmuyor haliyle.  


8 Ocak 2012 Pazar

Bana yabancı bir gövde üstünde her şeye yabancı bir baş olmuşum

Çok uzun bir başlık. Ama güzel. Sabahattin Ali' nin simyager şiirinden. İnsan bazen kendini nasıl da yabancı hissediyor içinde bulunduğu odadaki herkese. Hey, ben sanıyorum sizinle aynı frekansta değilim ve bu yüzden bir türlü rahat hissedemiyorum kendimi. Herkes bir şekilde enseye tokat olmuş öpücükler, sarılmalar, naberler havada uçuşuyor ben o kadar samimi dağilim sizinle ama bir merhaba da demek gerek herhalde. Kapıdan gelen siz olduğunuza göre ben mi hoşgeldiniz demeliyim siz mi bana bir merhaba deseniz. hay allah bir türlü göz göze de gelemiyoruz ki size hitap edebileyim. samimiyet saçma tamam ama görmezden gelinmek de sinirlendiriyor beni. değilim işte rahat bir türlü. düşünüyorum, şimdi bana merhaba denmedi bana mı kabalık edildi ben merhaba demeyerek ayıp mı ettim. çıkışta da aynı terane. tanıdıklarım var, samimi olduklarım,  merhabalaşmadıklarım. herkese baybay deyip çıkmak istiyorum. o kadar insanı öp, tokalaş zor geliyor, biraz da içimdeki sosyal korkak can buluyor. en iyisi ben bir el sallayıp hadi hoşçakalın diyeyim. içeri seğirtip öyle yapmaya çalışıyorum ama hooop olmuyor bazılarını öpüyorum, bazıları beni öpüyor, bazılarının yüzüne bile bakmıyorum, bazıları benim yüzüme bakmıyor. bir sosyalleşme hikayesi böyle karışık bir kafayla son buluyor.

bu gece öyle çok uyandım ki sabah bir türlü olmadı. her rüyamın arkasından kalktım. niye bunu gördüm şimdi, bu da nereden çıktı derken yeniden uykuya daldım. sonra yeni bir rüya, yeni insanlar. migros' taki kasiyer sıra bende olmasına rağmen görmezden geliyor beni. o kadar sinirleniyorum ki. ama bir yandan da benim yerime sırayı alanların elindeki küçük rengarerenk tabaklar dikkatimi çekiyor ben niye görmedim bunları diye hayıflanıyorum. sonra sırada bekleyeceğime gidip o tabaklardan alayım ben de diyorum zira kasiyer benim söylenmemi ukala bir baş sallantısı ile geçiştiriveriyor. öyle çok küçük tabak var ki bir türlü seçemiyorum. eciş bücüş bir sürü şey. birkaç tane alıyorum, aldıklarım o kadar da güzel gelmiyor, beğenmiyorum, aslında o kadar da güzel değillermiş diyorum. bu arada ilk aldıklarımı nereye kaldırmışlarsa kaybetmişler, benim ürünlerim nerede diyorum mel mel bana bakıyorlar. ben de suçlu suçlu hissediyorum çünkü onlara sahip çıkmadım. midyat' a pirince giderken evdeki bulgurlar kayboldu. bu sıkıntılı alışveriş arasında ezan sesini duydum ve kendimi uyandırma hakkımı kullandım. bir rüyayı rüya olduğunu bilerek görmeye devam etmek ve artık iyice saçmaladığında ya da verdiği rahatsızlık iyiden iyiye arttığında ne biçim rüyasın sen deyip uyanıvermek çok güzel. sanki beğenmediğin bir filmle karşılaşınca sinemayı  terketmek gibi. üstelik bilet ücreti yok, eve dönüş zahmeti yok. yok, yok, yok. 

bilinç altı sen ne fena şeysin.

6 Ocak 2012 Cuma

yine yeniden

çok şey ummakta haksız mıyım? üstelik sana zerre kadar güvenmiyorum 2012. zamana pay biçilmiş başlangıçlar bana göre olmadı hiç. mesela bir pazartesi günü rejime başlayamadım ben. oysa her pazartesi rejime girmek kalan günlerimin hedefidir benim. 

yıllar sonra yeniden saat takmaya başladım. hoşuma gitti çok. saate her baktığımda zamanı durduruyorum sanki. aslında bir nevi öyle değil mi? saate baktığım anın fotoğrafını çekmiş olmuyor muyum? bir kesik atmış olmuyor muyum o andan öncesine ve sonrasına? hatta hatta bir çağ açıp bir çağ kapatıyorum belki. peh peh peh! bu kadar değil elbette, ama saate baktığımı hatırlamak, kaç olduğunu, ayın kaçı olduğunu -ayıp değildir söylemesi takvimli, cillop gibi saatim benim- bilmek kontrol duygumu besliyor benim.

önceleri kariyer yapmıştım(!), sonra kariyer değişikliği hedeflerim tutmayınca çocuk. artık çocuk da yaparım kariyer de demek istiyorum. bakın ben boşuna istifa etmedim, hayallerim vardı benim, onları gerçekleştirmek istemiştim, biraz geç oldu belki ama görüyorsunuz işte, gerçekleştirdim demek istiyorum. tüm bunları en çok da kendime kanıtlamak istiyorum. kendini hırpalayan, kendine güvensiz kendime.

işin iş kısmı böyle işte. haftada en az bir kitap okumak, buraya en azından onu yorumlamak, hep hayalini kurup, başarmak için hiç kalkışmadığım çocuk kitabımı yazmaya çalışmak, güzel müzikler dinlemek, güzel yemekler yapmayı öğrenmek, daha daha daha...daha işte. daha fazla yaşamak istiyorum, ötesi yok. ve bir şeyi yaparken öbüründen vazgeçmek istemiyorum. dengede kalmak istiyorum. her şeyin içinde yer aldığı, her şeyin birbirini saydığı ve beslediği bir denge. işte yeniyıl hedefim böyle.