26 Ağustos 2011 Cuma

Neler oluyor bize?

Canımın içi Fenerbahçe'm, sarı lacivert aşkım, öyle günlerden geçiyoruz ki kelimeler kifayetsiz... Yıllar evvel Denizli' de öyle üzülmüştüm ki bir daha futbol yüzünden bu kadar üzülmem sanmıştım. O üzüntü hiçbir şeymiş şimdi anlıyorum. 

Seni oradan buradan men etsinler, istersen gel bizim evin önündeki yeşillikte oyna, istersen oynama dikil karşımda, her nerede ve ne şartta,  ben seni izlemek için hep orada. Yeni aşkın Ela da yanımda. Sen neredeysen süper lig ora. Her zaman ve her yerde en büyük sensin kanarya. Başını eğme bunlara.

19 Ağustos 2011 Cuma

Özür

Ela'm, minik kanaryam 1 yaşın doldu ben hala senin için bir almanak hazırlamadım. Yarın yapacağım inşallah. Bu ara kayıt tutmaya kalksam sekreterin gibi defter elimde gezmem gerek. Kah beğenmediğin yemeği tükürmeyi -tercihen benim yüzüme- keşfediyorsun, kah bebeğini yastığa koyup eeee eee diye sallıyorsun. Kapı gıcırtısına ayaklanıp oynamaya başlamanı saymıyorum bile. Seninle konuşmalarımız monolog halinden çıktı, birbirinin dilini bilmeyen ama bir şekilde anlaşan iki insan gibi sohbet ediyoruz artık. Bazen başını sallıyorsun dediklerime-ve bunu harika bir şekilde yapıyorsun-, bazense uzun uzun cümlelerime sadece 'tissss!' diyerek cevap veriyorsun. 'Yapma, etme' demelerimi pek dikkate almasan da dediklerimi anlıyorsun, biliyorum. Çoğu zaman bir işte çalışmıyor olmanın üzüntüsünü, sıkıntısını hissetsem de; dünyayı keşfederken senin yanında olmanın, serpilip büyümeni izlemenin ne büyük bir şans olduğunu kalben biliyorum. Ve seni bana verdiği için Allah' a her gün şükrediyorum.   

16 Ağustos 2011 Salı

Deneme

Neyi deniyorum denemeden nereden bileceğim. Ela sen hayatıma girdiğinden beri her şey ne kadar senin çevrende döner olmuş. Yazdığım, düşündüğüm her şeyde sen varsın. Şuraya düzenli şeyler yazmak istiyorum içinde ben de olayım, Çetin de olsun; bakkal da olsun, kitaplar da; sana ait olmayan şeyler de olsun işte, ben tamamen senin esirin mi oldum ne -hatta be!-? Eyvah, bu yazı senden bir şikayet haline dönüşmekte. Ama alakası yok da diyemiyorum, dilim varmıyor işte. Bazen beni biraz rahat bırakır mısın lütfen? Biraz, lütfen...Seni çok seven annen.

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Islık çalabilir misin Johanna?


Ela hala kitap sevdasına düşmedi. Okuma denemelerim ilk iki cümleye verilen 'ne diyor bu kadın?' tepkisi dışında sonuçsuz kalıyor, kitapları hırpalaması da cabası. Eh öyle olsun, ben de kendim okurum. Hatta burada yorum bile yaparım. İşte ilki ve en güzeli:

Ulf ve Berra iki küçük arkadaştır. Bir gün Ulf, Berra' ya dedesinden bahseder. Berra ona o kadar özenir ki, Ulf' un dedesi gibi kendisine pasta alacak, harçlık verecek ve ıslık çalmayı öğretecek bir dedesi olmasını çok ister. Ulf, bir dede bulmak için Berra' yı yaşlılar yurduna götürür ve olaylar gelişir...Olaylar gelişir demeyi çok seviyorum.

Ben bayıldım bu kitaba.  Ulf ve Berra' nın, yaşlılar yurdunda buldukları 'dede' Nils' in hayatına kattıkları anlam öyle güzel ki. Nils' in Berra' yı görür görmez torunu olarak bağrına basması, sonrasında bu üçlünün maceraları...Ne diyebilirim bir gün bir çocuk kitabı yazabilmeyi hayal eden beni çok kıskandırdı, çok büyüledi. Bir ben değilim tabi, kitap o kadar beğenilmiş ki İsveç’in en prestijli ödülü olan August Ödülü’ne ve başka pek çok uluslararası ödüle layık görülmüş. Ayrıca televizyon filmi çekilmiş. Film İsveç’te her yıl Noel’den önce mutlaka televizyonda gösterilirmiş. Bu mişli muşlu cümleler biraz dedikodu yapıyormuşum havası yarattı ama sevdim bunu. Umarım Ela da bu kitabı çok sever ve beraber defalarca okuruz. Ve yine umarım bir gün böyle kalbe dokunur bir kitap yazabilirim.