29 Şubat 2012 Çarşamba

Sana kimler inansın?

Yalancı yalancı
Sana hiç güvenim kalmadı
Hani yapacaktın Ducan' ı?
...
Ne çok yalan söylüyorum ben kendime! Yapılmayan işleri planlama sorumlusuyum ben. Yapılmayacak diyemiyorum, daha hepten ümit kesmedim kendimden. İşte benim işim bu, bu aralar. Planlar yapmak, onları nasıl uyguladığımı, sonunda ne kadar mutlu olduğumu düşleyip hayallere dalmak. Sanki her şey için zaman varmış gibi. 2012 için her şeyin birbirini saydığı, uyum içinde olduğu bir yıl dilemiştim, bu da yaptığım planlar gibi ütopyaymış, anladım. Mesela Ela' nın uyuduğu şu kısacık zaman boyunca hareketli banner yapmayı keşfetmem, etiket tasarımına devam etmem, bana her şey yakışırı izleyip eleştirmem, yemek yemem gerekiyor. Şıklar arasında olmasa da ben buraya yazı yazmayı seçtim. Bu küçük kaçamak için mutsuz değilim.

Ela büyüyor, zaman geçiyor, yapmak istediklerim gittikçe belirginleşiyor. Belirsizlik bulutunun giderek dağıldığını görmek bana güven veriyor. Giderek her şeyin oturduğunu, suyun yolunu bulduğu gibi, kendi yolumun da beni bulduğunu hissediyorum. Kimbilir, belki de sadece hayal kuruyorumdur. Olsun.

Murat Gülsoy' un yazarlık eğitimi kursuna katılmayı çok istiyorum. Önümüzdeki aylarda bunun için kaynak ve zaman yaratabilirsem harika olacak. Daha fazla yazabilmek beni yalancı çıkaran planlarımdan biri. Bu planı gerçekleştirmekse dileklerimin en şahanesi.

27 Şubat 2012 Pazartesi

Başucumda Müzik

Everest yayınlarının cep kitapları serisini çok seviyorum. Okuması ve taşıması çok rahat olan bu kitaplar, kitabın normal boyutlu baskısına göre daha da ekonomik oluyorlar. İyi bir yazarın (bilindik de denilebilir!) ortalama kalınlıktaki bir kitabı 25-30 liradan satılıyor. Fiyatlar bu kadar yüksek olunca da bazı kitapları ıskalamak kaçınılmaz oluyor. Başucumda Müzik ilk olarak 2003 yılında yayınlanmış ama benim bu kitapla tanışmam  bu ay mümkün oldu. Sanki 10 senedir bu anı beklemiştim der gibi oldu bu cümleler değil mi?:) Sadece, cep kitabı uygulamasının iyi bir şey olduğunu vurgulamak istiyorum. 

1950-60 döneminde yaşanan yasak aşk, kadın kahramanın gözünden anlatılıyor kitapta. Kendisinden yaşça epey büyük olan Fuat' la çocuk yaşında ilk karşılaşmasını, o karşılaşmada kurduğu hayallerin yıllar sonra nasıl gerçekleştiğini, her ikisinin de evli olmasına ve Fuat' ın siyasetçi kimliğine rağmen alevlenen aşkı ve sonrasında yıllar boyunca süren ilişkiyi Leyla anlatıyor da anlatıyor. Öyle akıcı ki kitap, sayfalar baş döndürücü bir hızla ilerliyor. Ama bir süre sonra Leyla ile monologlar başlıyor. ' Bunu söylemiştin' 'Of tamam anladım, adamı çok sevdin, çok seviyorsun!' 'Bununla bunun ne alakası var şimdi?'...gibi. Çok fazla duygusal tekrar var. Paragraflarca hislerini okuyoruz Leyla' nın. Sanki bir türlü bizi ikna edebildiğine ikna olamıyormuş gibi... Ve bizim ikna olmamız, her şeyden önemliymiş gibi.

Böyle anlatınca; kadın kahramanın ağzından anlatılan yasak bir aşk demek çok da doğru gelmedi şimdi. Aslında kitap boyunca Leyla' nın aşkını okuyoruz biz. Evet, Fuat' ın harika sürprizleri var, yurtdışında  geçirilen güzel zamanlar, kaçamak bir ada tatili, Leyla' nın eşinden boşanması, kim ne der bir kenara bırakarak  resmen Fuat' ın metresi (resmen? metresi? işte şimdi resmen saçmaladım!) olarak yaşamaya başlaması... bunların hepsini sıkılmadan okuyoruz. Ama tüm bu yaşananlar, duyguların yanında figüran olmaktan kurtulamıyorlar. Yine de memleketin giderek içine düştüğü karanlık, yasak aşkı da içine alıyor. Darbe, her şeye son veriyor. Ama Leyla Fuat' ı hep seviyor. Kitabın en etkileyici kısmı bu bence. Sanki ben bu satırları yazarken Leyla bir yerlerde oturuyor, başucunda onların şarkısı çalıyor ve o, Fuat' ı seviyor.

Kitabı okurken hikayenin gerçekliğini merak etmiştim. Fatin Rüştü Zorlu ile Vesamet Kutlu arasındaki aşkı anlattığını yazmış birçok kimse. Vesamet Kutlu, çok güzel bir kadın olmasına rağmen, Zorlu' nun ölümünden sonra onun yasını tutmuş ve bir daha hayatına kimse girmemiş.

Güzel bir kadın olması, hayatına yeni birini sokmanın gerekli ya da yeterli şartı mı? Ben çirkinsem, ben de öleyim mi? Ne fena sözler bunlar!



1 Şubat 2012 Çarşamba

iki ve üç

dün yazamadım. bugün, dünle birlikte bitsin. ducan' ın protein evresine devam ediyorum. tokum, acıkmıyorum falan ama yalan. ağzımın tadı yok. saman gibi geliyor her şey. çok su içeyim diye sular seller gibi tuvalet mesaisi de cabası ama kendimi hafif hissetmiyor da değilim. memnunum yani halimden.

bu hafta yeni siteyi herkese duyurmayı planlıyorduk, kar bizi de vurdu. yine de hafta daha bitmedi, umarım hedefimizi tuttururuz. elimde olan ya da olmayan sebeplerden gerçekleşen ertelemelerden fenalık geldi çünkü. hem erteleme...aslında erteleme değil de gecikme ya da uzayıp sakız olma mı demeliyim?

harika bir klasik müzik var fonda, aydınlık bir güneş altında enfes bir kar yağıyor. ela içeride öğle uykusu uyuyor. özgür ve mutluyum. hayatın bu keyif anları ne kadar da tatlı! ve mutlu hissederken bir şeyler yazmak ne kadar...

...kimbilir cümleyi nasıl tamamlayacaktım. araya iki saat girdi. güneş bir göründü bir kayboldu derken akşam oldu. yine de çetin' in eve erken gelmesini fırsat bilip kısa bir yürüyüş yapacağım şimdi.