31 Mayıs 2012 Perşembe

Bazen seni sevmiyorum, sonra geçiyor

Cemal Safi' nin bir sözü başlığım. Dün twitter' da rastladım, çok hoşuma gitti. Ama moralim bozuk iki gündür. Dünden beri düzeltmeye çalışıyorum bir de şöyle bak, ama bak şöyle düşün diyerek iyi yanını görmeye çalışıyorum olan şeyin. Ama belki  bu da yanlış. Bazen kötü olan şey sadece kötüdür, illa altında üstünde bir iyilik aramak gerekmez. Ama bu çaba sarfettiğin bir konuda çaba sarfetmediğin günlere göre hiçbir fark olmadığını görmek, üstelik kendinle beraber başkasını da aşağıya çekmek...sözümü bitiremeden ağlayabilirdim, bu nedenle ucu açık bir cümle olarak kalsın. Zira ağlamak değil şimdi ne yapmam lazım deme vaktidir. Bilemiyorum, kafam karışık.
Camlar açık, ezan sesi geliyor. Ezan sesini bu kadar yakından duymak Ramazan' daymışım gibi hissettirdi. Çünkü gelip giden araba seslerinin dışında ezan ve kuş sesinden başka ses yok. Sanki herkes sofra başında, iftar açıyor. Geri dönüp okumadan yazdığım şeyler bunlar. sonuna kadar durmadan yazacağım ve silmeyeceğim. Bugünün bana düşen cezası bu olsun demek çok iki yüzlüce. Aslında yazdıklarımın hiç de o kadar kötü olmadığını düşünüyorum. Ama azıcık mürekkep yalamış her sultan kişi bu kadar yazıyor biliyorum. Olsun be güzelim, herkesin şeysi kendine güzel.
Gelelim başlığa. Bazen kendimi seviyorum, sonra geçiyor. Yok yanlış yazmadım ben kendimi zaman zaman sevip çoğunlukla hırpalamayı ya da eksik bulmayı tercih ediyorum. Bugün biraz da acıyorum kendime. Çünkü Matematik sınavına ölesiye çalışıp yine 20 almış öğrenci gibi hissediyorum. Çaresiz. Çünkü götünü de yırtsa matematikten başarılı olamayacak kafa basmıyor. Benim de kafam bastığını sanıyor bir şeylere, bir yerlere ama sonra bu durumun hiç de sanıldığı gibi olmadığı anlaşılıyor. Zavallı kafam, bugün sana da acıyorum, kendime de, aşağı gidişime de, benle göz göre göre gidene de... Yine gözyaşı hücumu, yine kesilmiş bir cümlw. Hiç durmadan yazsam yazsam yazsam nolur neyi bulabilirim, neyi farkedebilirim. En iyisi ben bir çay demleyeyim.

29 Mayıs 2012 Salı

Bir garip yazı

Kişisel gelişim konusunda bir yazı yazmayı düşündüğümde yazacaklarımdan çok emindim. Bu konuyu eskiden nasıl algılıyordum şimdi ne düşünüyorum, hangi noktalarda bilerek ve isteyerek aldandım çözmüş gibiydim. Şimdi, yazıyla ilgili birçok başarısız denemeden sonra, bu konuda kafamın hala çok karışık olduğunu anlıyorum. Bu nedenle yazdıklarımın bir tavsiyeden ziyade; beraber akıl yürütme çabası olarak algılanmasını temenni ederim.


Kişisel gelişim başlığı altında kitapçıların raflarını süsleyen konulara olan ilgim 2007 Eylül' ünde başladı. Reiki, kuantum düşünce tekniği, nefes terapisi, kuantum dramalar, sedona yöntemi, eft tekniği aldığım eğitimlerin sadece bir kısmı. Kitaplığımda bir kitapçının kişisel gelişim reyonundaki kadar kitap var sanırım. Bir dönem adını duyduğum her eğitime katıldım, her kitabı aldım. Anlayacağınız, kişisel gelişim manyağı olmuştum, sorun şu ki; bir türlü gelişemiyordum. Aldığım eğitimin, okuduğum kitabın verdiği ara gazı sabun köpüğü gibi sönüveriyordu ve ben yine başlangıç noktasına dönüyordum.

Kuantum düşünce kitapları Schrödinger' in kedisini anlatıp duruyordu. Nereden baktığınıza bağlı olarak kedi bir görünüp bir kaybolduğuna göre; ben de hayatımla ilgili bakış açımı değiştirebilirdim, istemediklerimi hayatımdan çıkarıp yenilerini düşleyerek istediğim her şeyi elde edebilirdim. Kedinin bu işlerle ne alakası var anlamamıştım ama ben kendi Matrix' imi bulmuştum. (Bu basite indirgenmiş anlatımdan dolayı Schrödinger' den ve kedisinden özür dilerim.)

Kısa yoldan söyleyeyim, aldığım gazla hayatımda çok büyük kararlar aldım. Bu kararlar yanlıştı demek çok büyük yanlış olur. Ama içleri doldurulmamıştı, doğru zamanı planlanmamıştı, sonrası hesaplanmamıştı. İstediğim her şeyi olabileceğimden, her şeyi yapabileceğimden o kadar emindim ki o şeyin ne olduğunu bilmekle ya da bulmakla vakit harcamadım, nasıl olsa o şey bana gelecekti. Eğitimlerden birinde yapılan bir drama seansında biri bana ataların sana uç diyor demişti ve ben de onları dinleyip uçtum. Nereye uçacağımı, nasıl uçacağımı planlamadığım için de yere çakıldım.

Bugün hala içi doldurulmadan alınmış kararların neden olduğu boşluğu doldurmaya çalışıyorum hayatımda. Uçmayı hala çok istiyorum. Ama bunun için sadece olumlu düşünmenin, sadece inanmanın yetmeyeceğini artık biliyorum. Kişisel gelişim eğitimlerine katılmaya devam ediyorum. Sanırım benim için bir alışkanlık oldu bu. Ama akıl ve mantığı bir kenarda bırakıp kişiyi hayalperestliğe sevkeden şeylerden uzak duruyorum.

Yani artık kişisel gelişimden anladığım secret ya da benzeri şeyler değil. Ama onlar da bütünüyle yanlış değil. İnsanların satın almaları için ilgi çeken kısımları cilalanıyor sadece. Yoksa Mevlana da diyor ' gül düşünürsün gülistan olursun, diken düşünürsün dikenlik'. Önemli olan kendimiz için doğru olanı bulup düşünebilmekte. Ve yanılmadan doğruyu bulamayacağımızı unutmayıp sabretmekte (Bu kısmı kendim için yazdım, evet:)

25 Mayıs 2012 Cuma

Mutluyum...mutlusun...mutlu

Bir sabah uyansa bir karı koca ve farketseler bir gariplik olduğunu o sabahta. Kadın adamın vücudunda, adam kadının vücudunda. Ruhlar beden değiş tokuşu yapsa. Ama sadece bu kadar basit değil. Sesleri aynı kalsa, erkek ve kadın bilinçleri de. Mesela adam herhangi bir şeye kadınca bir tepkiyle çığlık atarak karşılık verse ama hemen ardından Allah' ım napıyorum ben dese. Kadın hem adamın çığlığını küçümsese dalga geçse, hem de ondan güçlü olduğunu bilerek ve göstermek isteyerek adama kol kanat gerse. Yani aslında yanlış bedene hapsolmuş ruhlar gibi değil de, yanlış ruhu hapsetmiş bedenler gibi hissedip davransalar. Nasıl olur acaba? Elias Canetti Böcek' i yazarken böyle bir noktadan mı yola çıktı acaba? Belki de kahvesini içerken duvarda gezinen böcek verdi bu fikri ona. Bana gelen fikir uykudan önceydi. Çetin' e mi kızdım bilmeden acaba? Onu benim kalıbıma sokarak ne elde etmek istiyorum acaba? Ya ben onun kalıbına girip ne yapacağım? Şöyle bir düşündüm de kesin deliririm:) 

İşte böyle...Bazen hayat her şeyden ve herkesten bağımsız olarak çok güzel oluyor.

22 Mayıs 2012 Salı

dıt dıt dıdıt dıt

Kafamın bu kadar karışık olduğu bir konuda yazmak ne kadar doğru bilemiyorum. Geçen gün bu konuyla ilgili uzunca bir yazı yazmayı denedim. Başlangıçta her şey iyiydi. Sonra bir yandan yazarken, bir yandan yazdıklarımla konuşmaya başladım. Yazan yanımla düşünen yanım çatıştı, aklım parmaklarımdan dökülen sözlere itiraz etti. Oysa bırakmak istiyorum ben her şeyi. Düşünen yanımı, çatışan yanımı, isteklerimi, olmuyorlarımı, olmazsa olmasın demeye zorlayan yanımı...hepsini. Geriye sadece ben kalayım, beni bir türlü rahat bırakmayan kafa gürültüleri, ruh ezilmeleri bırakın beni.

Bırakalım her şeyi.