30 Ekim 2013 Çarşamba

Erteliyorum, öyleyse mutluyum...

Erteleme anındaki duygu, çok istediğin bir şey gerçekleştiğinde, 'eee, şimdi ne olacak peki?' demeden hemen önceki coşkulu  duyguya çok benziyor. İçinde iki kere duygu lafı geçen bu duygusuz saptamam konuyu bir yere bağlar mı bilmiyorum ama sürekli erteliyorum, erteleme arsızıyım, muzdaribim. İşte bu yazıyı da bu derdime biraz olsun merhem sürmek için yazıyorum. Ekim ayında pek sevgili oynar başlıklı gövel ördeğime 3 yazı yazacağım dedim, tüm ay boyunca yalnız bir yazı yazabildim. Ve hala şansım varken en azından bu hedefimi Kasım ayına ertelemeyeyim istedim.
Uzunca bir zamandır pek film seyretmiyorum, Behzat Ç. bitti biteli dizilerle de ilgim kalmadı. Oysa rüyalarım uzun metrajlı gerilim filmi gibi. Neden yakamı bırakmıyor kovalanma hissi geceleri?

11 Ekim 2013 Cuma

Uzun sürmüş bir günün akşamı

Ne diyebilirim ki? Evet, her şey bu kitapla başladı. Kitabı okumaya başladığım andan itibaren her şey ters gitti. Bitmeyen günler, geceler...Ela düşüp kolunu incitti, düştüğü için gururu o kadar incindi ki acısını benden çıkardı. Onun okula başlamasından aldığım 1 günlük keyif itinayla burnumdan getirildi, falan filan... Daha hatırlayıp da tekrar yaşamak istemediğim bir sürü aksilikler ve ben kitabı okumaya devam ettim! Hiçbir bağ kurmamıştım çünkü. Ta ki çok sevgili bir arkadaş grubumda, geçirdiğim feci hafta sonundan bahsedene kadar..."İşte böyle böyle şeyler oldu, çok darlandım ama neyse ki kitabımı bitirdim!" "Aaa hangi kitabı okudun?" "Uzun sürmüş bir günün akşamı" "puhahahaha..." "Niye güldünüz ya?" "Kızım sen kitabı okumamışsın, yaşamışsın!"
 
1971 Sait Faik Hikaye Ödülünü kazanmış Bilge Karasu bu kitabıyla. Kitabı nasıl tanımlarım bilemiyorum, sevdiğimi söyleyemem ama unutulmaz kitaplardan biri olacak benim için, o kesin. Şu anda bile kitaptan aklıma gelen kesitler içimi daraltıyor. Ama bu öyle gerçek bir daralma ki sanki insanı hissizleştiriyor, kitabın bunu nasıl başardığını bilmiyorum, ama başarıyor işte. Çok az kitap tekrar okuma isteği uyandırır bende, bu kitap sevip sevemediğime karar veremediğim halde okutmak istiyor kendini yine. Tuhaf!
 
Biraz konusundan bahsedeyim size. Andronikos, Bizans döneminde manastırda yaşayan genç bir keşiştir. 'Resim kırıcılık' adı verilen baskı döneminin başlaması ile birlikte o güne kadar sürdürdüğü inançlarını sorgulamaya başlar. Aşağıda Andronikos'un iç konuşmalarından kısa bir pasaj paylaşıyorum sizinle ve okuyun diyorum içiniz el verirse...
 
'yıllarca dilim alıştığı, aklım alıştığı için inandığımı sandığım şeylere, gerçekte inanmadığımı bugün anlıyor, bu inanç uğruna zindana atılmağı korkusuzca yüzleme gücünü kendimde bulamıyorsam, yeni bir şeye nasıl inanabilir, nasıl herkesle birlikte kendimi de bir kez daha aldatabilirim?
düşüncesi şu anda pek aydınlık, pek keskin. o gece de böyle mi olmuştu sanki... dudağı küçüksemeyle kıvrılıyor. kendini küçümsemeğe hakkı var, hiç değilse bunu yapabilir.
andronikos için tek yol kalıyordu. kaçmak. gitmek. kendini de, başkalarını da aldatmayacağı, aldatmak zorunda kalmayacağı bir yere kaçmak, bir yere gitmek. öyle bir yer ki kendisinden yalnız inancını değiştirmesi değil, eski inancına göre hareket etmesi, davranması da istenmesin. öyle bir yer ki, bu güne dek topluluk içinde andronikos neyi simgelemişse, orada öyle bir şeye yer olmasın.'